Saraçhane’den Aksaray ve Laleli Üzerinden Beyazıt’a

Ayios Pelieuktos Kilisesi Kalıntıları

Bu sefer yine Saraçhane başlangıç noktamız olup bundan sonraki pek çok güzergah için de başlangıç noktası olarak seçilecektir. Rotamız kabaca şöyle haritalanmıştır. Saraçhane’den gideceğimiz herhangi bir yönde pek çok tarihi yapı bizi karşılamakla birlikte aynı zamanda ulaşım açısından kolaylığından ötürü başlangıç noktası olarak tercih edilmektedir. Ayrıca bahsettiğimiz rotalar tersinden de uygulanabilir.  Haşim İşcan Geçidi ya da halk tarafından daha çok bilinen adıyla bisikletçiler çarşısının üstüne çıktığımızda çevresinde çeşitli sütun ve sütun başlarının da sergilendiği parkı görürüz. Bu parkın Aksaray yönünde alt kısmında da bir arkeolojik park vardır. Burada, Ayasofya’dan önce kentin en büyük bazilikalarından birisi olan Ayios Pelieuktos Kilisesi‘nin kalıntıları vardır. Büyük Romalı ailelerin ikisine de mensup olan Anikia İuliana tarafından 524-527 yıllarında yaptırılmış. Bugün sadece temelleri ortada olan kilise, döneminde zengin mimari bezemelerle donanmış; kalıntılardan Venedik’e götürülenlerden bir örnek şurada vardır. 12. yüzyılda terkedilen kilise Haçlılardan önce ve Haçlılar döneminde yağmalanmıştır. Çevresi tel örgülerle çevrili olsa da açılan deliklerden içeri girilebilmekte ancak girenlerin önemli bir bölümü tuvalet ihtiyaçlarını gidermektedir. Maalesef bu durumu gösteren elimde bir fotoğraf bile vardır. Yakın günlerde ziyaret etmedim ama çevresinde buranın ne olduğuna dair herhangi bir tabela yoktu. Bir bilgilendirme levhası asmak bile “koruma” adına faydalı olur herhalde.

 

View Harita02 in a larger map

Bu kalıntıların yanından Aksaray yönüne doğru yürüyeceğiz.  Sol yanımızda, yolun diğer tarafında belediye sarayı vardır. Hemen altında bulunan medreseye güzergah içerisinde
yaklaşacağız. Yolun sonu Aksaray Meydanına çıkmakta olup bizi Valide Camii

Aksaray Valide Camii Sebili

karşılayacaktır. Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılan, 1871’de tamamlanan caminin mimarı Sarkis Balyan‘dır. İşin aslı pek çok eserin adında gördüğümüz ve ismi “Valide” olarak geçen yapıların hepsinde farklı padişah anneleri vardır, karıştırmayalım.  Bezemelerinin bolluğu ile dikkati çeken caminin yüzeyi, çevresindeki yoğun trafikten oluşan egzost dumanı nedeniyle zaman içinde kararmaktadır. Geçtiğimiz dönemlerde yeniden restorasyona girip yüzeyi de temizlenmişti. Bulunduğu bölgeden ötürü çevresinde bir hır gür, bir kirlilik göze çarpmaktadır. Valide Sultan’ın türbesi son gördüğümde oldukça bakımsız biçimde caminin bahçesinde idi. Daha evvel caminin tam karşı tarafında iken taşınmış. Aşağıdaki fotoğrafta bu durum net olarak görünmektedir.

Taşınmadan Evvel Valide Sultan’ın Türbesi

Sebil, İstanbul’da bildiğim kadarıyla en büyüklerden birisidir. Sebilin önü yukarıdaki fotoğraftan da görülebileceği gibi her daim kalabalık ve seyyar satıcıların merkezi haline dönüşmüştür.

Aksaray Meydan’ında geçmişten bugüne çok fazla değişiklik gerçekleşmiştir. Vatan ve Millet Caddeleri, Unkapanı, Yenikapı ve Beyazıt yönünün yolları bu meydana açılmaktadır. Aslında meydandan ziyade yolların kesişim noktaları olmuştur.

Döneminde Migros’un bir mağazası, az ilerisinde şimdiki İSKİ binasının yerinde tam olarak kadraja girmemiş tramvay deposu ve İETT’nin atölyeleri bulunmakta imiş. Günümüzde ise bir yeraltı çarşısı, metroya, tramvaya koşuşturan insanlar ile aynı zamanda kendi çapında bir eğlence bölgesidir Aksaray.

Valide Camii’nden sonra yönümüzü Laleli-Beyazıt tarafına veriyoruz ve tramvay yoluna paralel olarak ilerliyoruz. Bu bölgede yolun diğer tarafına geçerken göreceğimiz kalabalık ve hareket dikkatimizi çekecektir muhakkak. Sakin bir zamanına rastlamadım. Sol kolda bulunan Laleli Külliyesi‘ne gireceğiz.

Laleli Camii

Külliyenin günümüzde olmayan ve külliye türbelerinin hemen yanında bulunan Laleli Baba Türbesi’nden ismini aldığı söylenir. Az sonra göreceğimiz Hasan Fehmi Paşa Türbesi yanındaki bir mezara Laleli Baba Türbesi de diyorlar, açıkcası anlayamadım. III. Mustafa (1760’lar) devrinde yapılan külliyenin mimarı Hacı Ahmet Ağa olup kimi yayınlarda Tahir Mehmet Ağa olarak bir başkası da belirtilmektedir. Külliyenin bulunduğu alanın yapımına başlamadan evvel istimlakları sonrasında yıkılan yapılardan çıkan hafriyat bugün Yenikapı tren istasyonu arkasında bulunan Küçük Langa semtine yahut Yalı Mahallesi olarak geçen bölgede denize dökülerek doldurulmuş ve oluşan kara parçası daha sonraları Ermeni ve Rumlara satılmış. Onun biraz gerisinde bugün “Yenikapı Kazıları” yapılıyor ve bu bölgenin liman olduğu söyleniyor, deniz daha evvel nerelerde imiş düşünün artık. İstanbul yüzyıllar içerisinde denize doğru epeyce genişlemiş. Geniş bir bodrum alt yapısı olan bu külliyenin altında günümüzde dükkanlar vardır. 1956 yılında başlayan yol genişletme çalışmalarında ana cadde paralelinde olanların olmadığı yazı sonundaki eski fotoğraflardan görünmektedir.

Ana cadde üzerinden cami avlusuna girerken girişin hemen önünde bir otobüs durağı ve yanında bulunan külliyenin sebili bugün dükkan olarak kullanılmaktadır. Türbenin yola bakan cephesi üzerinde yer alan 2 tane kuş evini de muhakkak görmeli. Hoş bir eğimle camiye doğru çıkılan yolun solunda türbe yapıları vardır. III. Mustafa, III. Selim ve bazı sultanlar ilk türbede gömülüdür. Diğeri ise Haseki Sultanlar Türbesi’dir. Hazirede yer alan ve dikkat çekici duran bronz şebekeli türbe ise Adilşah Kadın‘ındır. Avluya çıktığımızda caminin arka yan tarafında imam ve müezzin konutları görülür. Cami yakın dönemde elden geçmiş, yenilenmiştir. Restorasyon diyemiyorum; o dönemde ziyaret etmek istediğimde gördüğüm şey ciddi  ciddi inşaattı.

Caminin üst kısmında farklı yapısı ile dikkat çeken ve günümüzde otel olarak kullanılan yapı adası Harikzadegan ya da yaygın bilinen adıyla Tayyare Apartmaları‘dır. 1894 depreminde harap olan ve 1911’deki büyük yangında yanan külliyenin medrese yapısı ile yine o bölgede bulunan Koska Medresesi üzerine 1918 yılındaki yangında evlerini kaybeden aileleri barındırmak amacıyla, halktan toplanan bağışlarla Mimar Kemalettin Bey tarafından 1919-1922 yıllarında yapılmıştır. İstanbul’un ilk toplu konutlardır aslında. Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk Hava Kurumu’na gelir sağlanması için devredilmiş, 1980’li yıllardan sonra da otel olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Tayyare Apartmanları

Tayyare Apartmanları ve Laleli Camii arasında bulunan Fethibey Caddesi’nden biraz ilerleyip sol yanda bulunan Taş Han‘a giriyoruz.

Taş Han

Çukur Çeşme, Sipahiler Hanı, Katırcıoğlu Hanı olarak da bilinen 2 katlı han külliyenin bir parçasıdır. Özellikle yaz sıcaklarda serin bir ortam arayanlar için idealdir. Burada vakit geçirmek, dinlenmek pek bir keyifli ama günümüzde hanı kullanan tekstilcilerin tabelaları hayli rahatsız edici bir şekilde hanın duvarlarına yerleştirildiğinden gözü yormaktadır. Handaki çay molası ve üst katı da gezme sonrasında girdiğimiz değil, arka tarafında bulunan çıkıştan Gençtürk Caddesi’ne çıkıyoruz. Bu sefer Şehzadebaşı’na doğru yürüyoruz. 100 metre kadar sonra solumuzda Hasan Fehmi Paşa Türbesi‘ni göreceğiz. Yıpranmasına rağmen estetik bir mimarisi var. Yanında bulunan Kemal Paşa Camii daha evvel yanlışım yoksa Altuncuzade Tekkesi olarak geçiyordu. Buradan aynı caddeye geri çıkıp bir parça daha yürüdüğümüzde Şehzadebaşı’na çıkmadan evvel bir hazire görürüz: On Sekiz Sekbanlar. Aslında hazireden ziyade önce park sanırız bu boşluğu. Nasıl olup günümüze kadar gelebilmiş ve binaların işgaline uğramamış şaşırtıcı gelir. İstanbul’un fethi zamanında bu bölgede şehit olan 18 askerin gömülü olduğu bir haziredir. Bu hazirenin yanında ise Kadı Hüsamettin Camii bulunmaktadır. Internet dünyasında en uzun isimli cami diye geçer genellikle; Çamaşırcı Camii, On Sekiz Sekbanlar Camii olarak da geçen bu mescidin tüm isimleri birleştirilerek isim levhasında kullanıldığından olsa gerek bu durum. Benzer mantıkla pek çok cami vardır birden fazla isimli. İlk yaptıran 16. yüzyılda Kanuni’nin kadılarından Hacı Hüsamettin Efendi, 1755 yılında çıkan yangın sonrası ihya eden ise Çamaşırcı Hacı Hüsamettin Efendi’dir. Buradan Belediye Sarayı’nın yanından aşağı inerek arkasında bulunan Ankaravi Mehmet Efendi Medresesi‘ne geçiyoruz. Onun hemen gerisindeki mescit ise Hoşkadem Mescidi’dir. Hatta bu medreseye o nedenden ötürü Hoşkadem Medresesi de denilmektedir. Ankaravi ise medreseyi yaptıran 1686-88 arasında şeyhülislam olan  Mehmet Emin Efendi’nin Ankara doğumlu olmasındandır. Günümüzde bir vakfa tahsis edilmiştir.

Kuyucu Murat Paşa Türbesi ve Sebili

Tekrar geriye dönüp Şehzadebaşı’na çıkıyoruz. Daha evvel Şehzade Camii’ni gezmiştik. İstikametimiz otobüs kalkış noktalarının olduğu Vezneciler, yol ise 300 metre kadar. Sağımızda kalan estetik görünümlü Celal Ağa Hotel’in birleşiminde hemen dönülen sokağın başında Acemoğlu Hamamı vardır.  Devamında ise çeşitli tekstil mağazaları ve büfelerin olduğu dükkanları göreceğiz. Bu dükkanlar aslında bir külliye yapısının parçasıdır: Kuyucu Murat Paşa Külliyesi. Üniversitenin Vezneciler Kampüsü içerisinde kalan külliye I. Ahmet’in sadrazamlarından olan “kuyucu” lakaplı Murat Paşa tarafından yaptırılmış. Ölümü 1611 olduğu ve buradaki türbede gömülü olduğuna göre bu tarihten bir süre önce tamamlanmış olmalıdır. Külliyede gördüğümüz dükkanlardan başka, türbe, sebil, medrese ve sıbyan mektebi bulunmaktadır. Medreseyi günümüzde İstanbul Üniversitesi kullanmaktadır. Giriş kapısından müsaade alıp geçebilirsek içerisini de gezebiliriz.

Seyyit Hasan Paşa Sebili

Biraz ilerimizde otobüs duraklarının hemen arkasında pek belli olmayan Vezneciler Hamamı vardır. 60’lı yıllarda yeniden inşaa edildiğinden tarihi bir özelliği kalmamıştır, hamam faaldir. Sonrasında sağımızda içeri doğru genişleyen yapısıyla günümüzde üniversitenin kullanımında olan Seyyit Hasan Paşa Külliyesi bulunmaktadır. Sebili dikkati hemen çeken külliyeyi I. Mahmut’un sadrazamlarından Seyyit Hasan Paşa 1745’te medrese, sıbyan mektebi, sebil, çeşme ve dükkanlar şeklinde yaptırtmıştır. Medresenin güney duvarında yukarı doğru baktığımızda zarif bir kuş evini görebiliriz.

Seyyit Hasan Paşa Medresesi Üzerindeki Kuş Evi

Medresenin devamında ise Beyazıt Hamamı bulunmaktadır. Halen restorasyonu tam bitmeyen hamama Patrona Hamamı da demektedirler ama kaynaklar bunun yanlış bir ifade olduğunu söylemektedir. Ondan ötürü ben kullanmıyorum.

Beyazıt Hamamı

Ama henüz doğru kullanım olarak çözemediğim bir durum var: Semtin adı Beyazıt, padişahın adı Bayezid olduğundan ötürü Bayezid Külliyesi deniliyor; “d” harfi dilimizde yumuşayarak “t” oluyor ve Bayezit diyoruz. Günümüz kaynakları semt ile aynı ismi kullandığı için ben de bu yazıda Beyazıt diye kullanacağım. Patrona Halil meselesine dönersek: 1730 yılında kalkışılan ayaklanma sonucunda III. Ahmet tahttan indirilmiş ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve kimi devlet ricali öldürülmüştür. Bu ayaklanmanın planlarının bu hamamda hazırlandığını, Patrona Halil’in de bu hamamda tellaklık yaptığı söylentisini çıkararak kimilerinin asıl maksatları olan bu hamamı yıktırmak için Patrona Halil Hamamı ifadesini yaymalarıdır.

 

Bu noktadan geriye dönüyoruz ve az önceki Vezneciler Hamamı’nın önünden Süleymaniye yönüne gidiyoruz. Yolumuz üzerinde yine üniversitenin kullandığı zarif ahşap konakları göreceğiz.

Yol üzerinde bir çeşme ve Bozdoğan Kemeri’nin bugün sona erdiği bölümler ile bu kemerin dibinde Helvai Tekkesi’nin son parçalarını göreceğiz. Burada gördüğümüz her bina Üniversite’nin kullanımındadır. Sağdan yukarı çıkalım. 100 metre kadar sonra 1725 tarihli Kaptan-ı Derya İbrahim Paşa Camii ve önünde bugün yine büfe olarak kullanılan sebili göreceğiz. Bunların dışında kalan hamam, mektep ve aşhane binaları zaman içinde yok olmuş, çevrede görülen binalar yapılmıştır. Sebil ve devamında hazirenin dış almaşık örtüsü izlemeye değerdir. Sebilin karşısında üniversitenin bir girişi daha vardır. Bu yolu takiben devam ediyoruz. Yine üniversitenin kullanımında pek çok binanın sonu bizi meydana çıkaracaktır. Eczacılık Fakültesi önüne geldiğimizde karşımızda Elektrik İdaresi’ne ait binanın altında, büfelerin arkasında kalan kalıntıları görebiliriz.

Beyazıt Medresesi

Hakkında bilgiye sahip değilim henüz ama görüntüsünden bir sarnıç olma ihtimali olduğunu düşünmekteyim. Buradan Beyazıt Medresesi‘nin olduğu alana iniyoruz. Burada Türk Vakıf ve Hat Sanatları Müzesi vardı ama restorasyonu sürdüğünden muhtemelen göremiyoruz; eğer açıksa gezebiliriz. Klasik medrese yapısı vardır. Buradan üniversitenin anıtsal kapısı önüne gelip, bankların olduğu bölgede bir süre dinlenerek çevreyi izlemek gerekli. Koşuşturanlar, güvercinleri yemleyenler, okula giden ya da çıkan öğrenciler, seyyar satıcılar, turistler…

Karşımızda eni boyundan uzun olmasından ötürü 79 metre minare açıklığıyla Beyazıt Camii tüm heybetiyle durmaktadır. II. Beyazıt tarafından Mimar Hayrettin‘e yaptırılmış ve 1505 yılında bitirilmiş. II. Beyazıt bildiğiniz üzere Fatih’in oğlu, Yavuz’un babası, Kanuni’nin dedesi. Dolayısıyla bu cami yapıldığında yukarıda Fatih Külliyesi dışında bugün bildiğimiz külliyeler yoktu. Dolayısıyla en eski selatin camisidir. Caminin ön tarafında güvercinlere yem atan ve bu yemleri satanları her mevsim görebiliriz. Enindeki uzunluğu sağlayan şey aslında caminin ana mekanının sağında ve solunda yer alan tabhanelerdir. Yapılış amacı uzak yerlerden gelenlerin hem ibadetlerini yapabilecekleri hem de kalabilmelerini sağlamaktır. Bu tabhaneler daha sonradan caminin içine dahil edilmiştir. Aynı şekilde diğer büyük külliyelerde de tabhaneler bulunmaktadır. Caminin soluna doğru 1884 yılında II. Abdülhamit devrinde Umumi Kütüphane olması için yenilenen ve bugün Beyazıt Devlet Kütüphanesi olarak hizmet veren yapı külliyenin imareti ve kervansarayıdır. Caminin arka tarafında bulunan sıbyan mektebi bugün Hakkı Tarık Us Kütüphanesi olarak 1960’a doğru yenilenmesi suretiyle kullanılmaktadır. Tüm yapı elemanları kullanılan büyük külliyelerden tek külliye Beyazıt mıdır sorusunu sormak isterdim? Cevabını araştırmak lazım. Yine caminin arka tarafında banisi II. Beyazıt ile kızı Selçuk Hatun‘a ait türbeler bulunmaktadır. Hazirenin meydana bakan tarafında 1858’de ölen Mustafa Reşit Paşa‘nın türbesi ve yine duvarın üzerinde bir çeşme bulunmaktadır.

II. Beyazıt ve Kızı Selçuk Sultan Hatun Türbeleri

Caminin sol yanında anıtsal kestane ağaçları ve çınarlar Sahaflar Çarşısı‘na girmeden evvel göreceğimiz güzelliklerdir.  Dönem dönem bu bölgede değişik uygulamaları ben kısa İstanbul hayatımda gördüm. Daha önceleri güzel çay bahçeleri vardı ve kaldırıldı. Ayrıca halen tezgah açsalar da biraz gizli iş yapıyor gibi, saat, çakmak, tesbih, gözlük, eski para ve pul satıcıları çantaları ile yahut bir bezin üzerinde satışlarını yapmaktadırlar. Meydanda ise geçmişte sık sık düzenlemeler yapılmıştır. Eskiden ne kadar güzel havuz varmış meydanın ortasında halbuki, günümüzde işlevsiz bir koca boşluk. Bu değişimleri en sona ekleyeceğim eski fotoğraflardan görebilirsiniz. Meydanın ortasına yahut caminin kenarına doğru gelip üniversitenin anıtsal kapısının fotoğrafını çekmeyi de unutmayalım. Caminin dış avlu duvarında güneş saati aramayı da ihmal etmemek gerekir.

Bu yazı Güzergahlı Gezi kategorisine gönderilmiş ve , , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Saraçhane’den Aksaray ve Laleli Üzerinden Beyazıt’a için 1 cevap

  1. Bolat der ki:

    Caner harika bir iş yapıyorsun dostum, İstanbul'u fotoğraflamak güzel. Kemankeş türbesi resminle hatıralarımızı tazeledin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir